NE KALDI?..

Engin Erkiner


Bu başlığı koyarken düşündüm ama Ömür ile ilgili son yazı olacağı ve kalanı anlatacağı için böyle olmasını uygun buldum. 

Bu yazının bir bölümü benim sitenin yanı sıra Facebook’ta da yayınlanacak, tamamı Ömür ile ilgili blogda olacak. Facebook üzerinden ilgili bloga giremiyorsanız,  http://enginerkiner.org  üzerinden girebilirsiniz. Facebook, Ömür ile ilgili siteye bağlanmayı zorlaştırıyor. Siz de benim siteden girin, değil mi yani? Ya da blogun adını yazıp da girebilirsiniz. 

Devam edeyim… 

Küçükesat’taki evi anlatacaktım. Bu ev Devrimci Yol’dan bazı yazarların yazılarında “hücre evi” diye geçer. Fantezileri geniş insanlar anlaşılan, ne diyeyim! 

Bildiğimiz öğrenci eviydi. Rıza Salman bu evde kalıyordu, başka kimler sürekli olarak kalıyordu, bilmiyorum ama evde bazen değişen sürekli birkaç kişi bulunuyordu. 

Temizliğe meraklı birisi değilimdir hatta fazla temizliğin sağlığa zararlı olduğunu bile düşünürüm ama bu evde gördüğümü başka yerde görmedim. Evde ne kadar bardak, tabak, çatal-bıçak varsa hepsi kirli olarak lavaboya yığılmış dururdu. Bir şeye ihtiyacınız varsa yıkar, kullanır, sonra da kirli olarak lavaboya bırakırdınız. Diyelim üç kişi çay içecek, üç çay bardağı yıkanır, sonra lavaboya bırakılırdı.

İlginç bir alışkanlık, ne diyeyim! 

Bu eve gittiğimde Ömür bazen olur bazen da olmazdı. 

Bir gün Kızılay’dan Kavaklıdere’ye giderken yol üzerindeki büyük İş Bankası binasına yönelik eylem teşebbüslerini anlatmışlardı. Akşam saatlerinde, Rıza, Ömür ve galiba bir kişi daha binaya yaklaşıyorlar. Patlayıcı koyup gidecekler ama bir türlü yapamıyorlar. Nereye adım atsalar orada ışık yanıyor, sonunda vazgeçiyorlar. 

Neden böyle olduğunu da anlıyorlar: Yüksek binanın aynalı camları vardı, içerisini göremezdiniz ama içerden dışarısı görülürdü. Bunlar binanın çevresinde dolaştıkça içerideki bekçiler de bunlara paralel olarak dolaşır ve ışıkları yakarmış… 

Ömür ile ilgili son konu 1976 sonlarında gittikleri kısa askeri eğitimdir. Rıza, Ömür, Hamdullah Erbil, İzmir’den bir yoldaş, Yüksel ve Lazkiyeli Muhabarat… Liste tam sanıyorum ama belki unuttuğum vardır. 

Yer Maraş’ta Hamdullah ve ailesinin her yıl çıktıkları yayla… 

İbrahim Yalçın burasını biliyordu…

Eğitimden kısa süre sonra Hamdullah ile Ankara’da kısa bir karşılaşmam oldu. Askeri eğitimde gördüklerinden şikâyet etti. “Tepeye tırmanırken o kadın dışında hepsi döküldü!..” diyordu. Muhabarat elemanı dahil…

Normal bir durum aslında. Dağa tepeye tırmanmak zordur. Alışık değilseniz ciddi olarak zorlanırsınız. Bu nedenle ilk seferde dökülmenin abartılacak yanı yoktur. Orada olsaydım, ben de aynısını yaşardım. Bunu bilip dağ yürüyüşünü aşamalı olarak geliştirmek gerekir. 

Sürekli halk savaşı lafı edip sonra da dağda yürüyememek iyi olmuyor tabii…

Kısa süre sonra Devrimci Savaş ayrılığı gerçekleşti. Hamdullah genel komitede bulunan arkadaşın yanında yer aldı. Rıza değil, o daha etkili olmuştu anlaşılan…

Neyse, bu eğitimle ilgili başka bir şey daha anlatayım. Kalp krizi sonucu kaybettiğimiz Necati Kurtdereli bir gün bana Lazkiyeli Muhabarat’ın bir yazısından söz etti. Eğitim sırasında yürüyememişim, bu zat da beni sırtına alıp taşımış! 

İyi yapmış, insan gerekli olduğunda liderini sırtında taşımalı tabii… Eksik olan tek yan, ben orada yoktum. 

İnsan yanlış hatırlayabilir tabii. Mesela, olmadığım bir yerde varmışım gibi hatırlanmam, yanlış hatırlamadır. “Ama yürüyemedi, sırtımda taşıdım!..” gibi ayrıntı da veriyorsanız, yanlış hatırlamıyorsunuz uyduruyorsunuz demektir. 

Hatırlarsınız bu zatın saptamasına göre bu dağ yürüyüşünden üç lider çıkmıştı: En başta kendisi tabii ki, Rıza (daha sonra HDÖ lideri) ve Hamdullah… 

Hamdullah’ı Devrimci Savaş’ın lideri sanıyordu, halbuki değildi. Ne yapsın garibim, kargadan başka kuş tanımayanlar gibi bu da tanıdığı tek Dev-Savaş’çıyı lider yapmıştı! 

Ömür’ü çok erken kaybettik…

O dönemin militan kadınlarının büyük bölümü halen yaşıyor. Sadece Adana’dan Gülay Kerimoğlu’nu birkaç yıl önce kanserden kaybettik. Hastanede olduğunu öğrenince telefon etmiştim. Son söz olarak “Kendinize çok iyi bakın” demişti. 

Belma yaşıyor, Hilal de yaşıyor. Hilal birkaç yıl önce Almanya’ya geldi, görüştük. Gazetelerden fotoğraflarını hatırladığım ancak tanımadığım başka kadınlar da vardı, onların durumu nasıldır, bilmiyorum. 

Eskiden propagandayı daha iyi bilirdik. Kadınlar her örgütte vardı ama sorumlu düzeyde kadınlar bizde dikkat çekecek kadar fazlaydı. Kadınlar için ayrıcalık uygulamıyorduk, sadece yeteneği olanların önünü kesmiyorduk. 

Çok sayıda örgütte durum hiç de böyle değilmiş…

Ömür ile ilgili yazabileceklerim bu kadar… 

Başka yazmak isteyen varsa bana göndersin, yayınlarız…







http://omurkaramollaoglu.blogspot.com