BAŞARILI BAŞARISIZ BİR EYLEM

Engin Erkiner


Eylem günü belli oldu. Topraklık Ülkü Ocakları’nda büyük toplantı vardı. Hava kararınca derneğin camlı ön cephesi caddenin karşı tarafından taranacaktı. Silah olarak kalaşnikof kullanılacak, diğer arkadaşta tabanca olacaktı. Arabanın duracağı ara sokağı tespit ettik. Kıştı, hava soğuktu ve plakayı biraz çamurlayarak gizlemek zor değildi. Eylemden sonra arabaya binilecek, iki kişi kalacakları yere bırakıldıktan sonra araba kenti hemen terk edecekti. Plaka görünmese bile küçük yeşil araba az rastlanan bir örnek olduğu için Ankara’dan hemen gitmesi en doğrusuydu. 

Ömür ile eylemden sonra gelinecek evde beklemeye başladık. Suratları bir karış asık geldiler. Yapılamamıştı, çünkü bir tır derneğin önünde durarak içerisinin görünmesini engellemişti. Kalabalık ve önemli bir toplantı yaptıklarından olsa gerek tedbir almışlardı. Ne yapalım, bekleyeceğiz.

İki gün sonra “yapalım” dediler. Dernekte her gün 10-15 kişi oluyordu. Yalnız bu kez derneğe daha fazla yaklaşmak gerekiyordu. Silahları değiştirdik. Birisi otomatik silah –Amerikan yapısı She- kullanacak, diğerinde tabanca olacaktı. 

Eylem yapıldı ama beklenmedik bir gelişmeyle birlikte… 

Silahsız birkaç kişi otomatik silahla ateş eden arkadaşa saldırıyor. Silah iki kere tutukluk yapıyor, fırsat bu fırsat diye düşünüp saldırıyorlar ama diğeri soğukkanlı ve iyi tabanca kullandığı için birkaç tanesini indiriyor. 

Bu arkadaşın otomatiğin mekanizmasını çekmekten parmağı yaralanmıştı, fena kanıyordu, bunun dışında sorun yoktu. Şoför arkadaş konuşulduğu gibi hemen gitmişti. Radyodan sonucu beklemeye başladık. 

Bir ölü, iki yaralı…

Bu doğru olamazdı. İki silahla yaklaşık 30 merminin harcandığı bir eylemden bu sonuç çıkmazdı. Gerçek rakam gizleniyordu, belli…

Ömür bu arada arabasıyla giden arkadaşa ertesi gün telefonla –işyeri ya da ev telefonu olsa gerekti- ulaşmıştı. İyiymiş. 

 Ankara çıkışında polis bütün arabaları durduruyormuş; nereye gittiğini sormuşlar, o kadar. Bu arama belli ki eylem nedeniylendi. Bu kadar hızlı tedbir aldıklarına göre eylemi ciddiye almışlardı. 

Hem başarılı ve hem de başarısız bir eylemdi. Her şeyi istediğiniz kadar önceden düşünün, eylem sırasında beklenmedik şeyler olabilir, soğukkanlı ve doğru davranmak esastır. Bunu başarmıştık ama beklediğimiz sonucu da alamamıştık. Basında da çok küçük yer alan eylem haberinin doğruluğuna inanmıyordum ama yapılabilecek başka şey de yoktu. 

Bir yandan da fena halde canım sıkılmıştı. Şu işe bak, doğru dürüst otomatik silahımız yok.  Kalaşnikof da her eylemde kullanılmazdı. 

Ömür’e kısa süre sonra yeniden geleceğimi söyleyip İstanbul’a gittim. Şoför bulmuştuk, banka işi vardı, iyi para çıkacağını tahmin ediyordum ve bunun büyük bölümünü silaha yatıracaktık. 

Aklıma hep zamanın Devrimci Gençlik dergisinde çıkan Beylerderesi ile ilgili haber geliyordu. 14’lü tek tabanca ile çatışmışlardı ve dergi de “bak ne kadar az silahları var” anlayışıyla bunu özellikle öne çıkarmıştı. Kızıldere’de bir sürü silah olunca sanki bir şey olmuştu, karşı tarafta yaralı bile yoktu. 

Her durumda bölgelerde en az bir tane otomatik silah ve iyi tabancalar bulunması gerekiyordu. Tabanca yok değil, vardı ama iyi değildi, Eylemde kullandığın silaha güvenmek zorundasın! 

Tahmin ettiğim gibi iyi para aldık ve Karadeniz’deki ilişkinin yolunu tuttum. Aslında düşünmeden de olsa, Hatay’a değil de, Karadeniz’e gitmekle doğru bir yapmışım. İlk silahları Antakya’dan satın almıştık. Bu bölgede silah çoktu ve ucuzdu. Birkaç silah almak önemli değil, ama bu seferki gibi yüksek miktarda alınması mutlaka dikkat çekecekti. Küçük çevre, herkes her şeyi konuşuyor ve tabii başkalarının kulağına da gidiyordu. Nitekim Ağustos 1977’de yakalanmamıza yol açan polis takibi Antakya’ya gidip iki kalaşnikof ve dinamit aldıktan sonra başlayacaktı… 

Karadeniz’de bu sorun yoktu ve işin en iyi tarafı da malın İstanbul’da teslim edilecek olmasıydı. Sayıları tam hatırlamıyorum ama altı tane MAT adlı Fransız otomatiği ile 12 tane Arjantin 14’lüsü denilen silahtan ısmarlamıştım. MAT’ın şarjörü namlunun altına yatabildiği için şehirde taşınması özellikle kolaydı ve iyi silahtı. Ismarlayıp, parayı verip döndüm. 

Haber bekleyecektim. Ankara’ya gittim. Ömür ile 31 Mart eylemini planladık. Bunu daha önce anlattığım için tekrarlamayacağım. Erkan o yazımdan uzun alıntı yapmış,  oradan okuyabilirsiniz. 

İstanbul’a döndükten kısa süre sonra haber geldi. Kartal civarında bir adrese silahları almaya gittim. Büyük bir çuvalın içindeydi. Oradan birkaç küçük eşya daha aldım ve ev taşıyormuş gibi taksi çağırıp bindim. Yolda tek tehlike Boğaz Köprüsü’nde olabilirdi ve bu nedenle de akşam saatini seçmiştim. Kartal’dan Şişli’ye iyi para, taksi şoförü çuvalın ağırlığını kafaya takmadı, yola çıktık. Silahlardan birisini doldurup üzerime almıştım. 

Boğaz Köprüsü’ne geldik ve iyice yaklaşınca gördüm ki arama var. 

Nereden çıktı şimdi bu?

Sapılabilecek başka yol yok ki şoföre, oradan değil buradan git, diyeyim. Açık bir alan, bir sürü polis var, silahlı bile olsanız kaçma şansı yok. Sakin ol, bekle bakalım. Gişelere geldik, dolmuşları arıyorlardı, biz geçtik. 

Sonradan öğrendim ki karşı tarafta bir okulda devrimcilerle faşistler arasında çıkan kavgada yaralananlar olmuş, onları arıyorlarmış…

Yükü başka bir eve indirdim, buradan silahları duracakları yakındaki başka bir eve parça parça götürecektim. Şoför şüphelenmemiş görünüyordu ama tedbiri ihmal etmemek gerek…

O silahlar henüz tümüyle taşınmadan Ömür’ün ölüm haberini radyodan duyduk. Ankara’daki eyleme giren arkadaş dakikalarca ağladı. Ömür’ü tanıyan tanımayan herkes fena olmuştu. 

Ağır bir kayıptı ve işin o zaman bilmediğimiz başka bir yönü daha vardı: Genel Komite yeniden kurulacaktı ve Ömür de burada yer alacaktı. Ömür güney bölgesine gidip geldiği için bu bölgeden başkasına gerek yoktu. Ömür ölünce yerini Antakya’daki karanlık tip alacaktı ve tabii Genel Komite’de olunca zararı daha büyük olacaktı…

Devam devam diyorduk ve devam ediyorduk ama bu ölümler insanın üzerinde etkisi sonra çıkan önemli bir ağırlık oluşturuyordu. 

Bu günlerde İstanbul’da yolda Ankara’dan tanıdığım bir devrimciyle karşılaştım. “Ne yapıyorsunuz?..” dedi. “Önemli insanlarınızın elinde bomba patlıyor, ölüyorlar. Ne yapıyorsunuz siz?”

Haklıydı, bir şey diyemedim. 

Bir yandan “bu ne biçim askeri eğitim?” diye sinirleniyordum. Yüksel de Ömür de kısa askeri eğitim görmüştü, ben görmemiştim. Patlayıcı işi böyledir; bir kere hata yapılır. Eğer ikincisini de yapabilecek durumdaysanız yani sağ kalmışsanız çok şanslısınız demektir. 

Ankara’daki bu eylem bildiriyle sahiplenilmesine rağmen hiç kimsenin ceza almadığı bir eylem oldu. Bu arada Halkın Devrimci Öncüleri adını alan arkadaşlarla ayrılık yaşadık. Şoför arkadaşla ilgili bir daha hiçbir şey duymadım. Eyleme giren iki arkadaşın ikisi de HDÖ tarafında kaldı. Nasıl olduysa bilmiyorum, eyleme girenlerden birisi başka bir nedenle Ankara’da yakalanıyor ve eylem ortaya çıkıyor. Diğer arkadaş da başka bir davadan tutuklu olduğu şehirden getiriliyor ama eylemi kabul etmiyor. Sonra bildiğim kadarıyla ilk yakalanan biraz yattıktan sonra tahliye olacaktı. Olayın üzerinden en az iki yıl geçmişti ve şahit yoktu. Diğer arkadaş da başka bir davadan ceza alacak ama bu eylemden almayacaktı. 

Bu eylem daha sonra iyice kızışacak çatışma ortamında unutulup gitti. Ömür ile bu kadar ilgili olmasaydı, ben bile unutabilirdim!..